7 Mart 2021 Pazar

DÜNYAYI DOYURMAK❗️
Sorgül Buğdayı projemiz yapmış olduğum araştırmalarım sırasında hemen hemen her sektörde karşımıza çıkan küreselleşme kavramı burada da karşıma çıktı. Gelişmekte olan yeni teknolojiler, ulaşım ve iletişim araçları ülkeler arasındaki sınırları neredeyse kaldırmış, bununla birlikte farklı coğrafyalardan insanlar birbirlerine politik, ekonomik, siyasi, kültürel, toplumsal ve ticari anlamda oldukça yakınlaşmışlardır.
🌿🌿🌿
Dünyanın bir başka ucunda yasayan bir kişi dünyanın diger bir ucunda yaşayan bir başka kişiyle anında iletişim kurabiliyor, bir ülkede olan herhangi toplumsal veya politik olaylar kısa sürede bize ulaşabiliyor ve bizi etkileyebiliyor.
Uzmanlar küreselleşmeyi, sınırsızlaşmak olarak tanımlıyor.
🌿🌿🌿

Ben, Gastronomi persfektifinden size küreselleşmeyi şöyle anlatabilirim; Gıda, temel bir insan ihtiyacıdır. Karmaşık ve gittikçe küreselleşen bir üretim ve dağıtım sistemi, gıda ve farklı lezzetlere yönelik ihtiyacımızı karşılamak için zamanla gelişmiştir.
Günümüzde, Arjantin’deki sığır çiftliğinde hazırlanmış bir bifteği İstanbul’da bir restoranda, yanında Hindistan'dan ithal edilen pirinçle ve yine uzakdoğudan tedarik edilen egzotik meyveler ile birlikte birkaç gün içinde servis edilebiliyoruz. Kısacası dünyanın herhangi bir yerinde üretilen gıda ürünleri dünyanın başka bir yerinde satılır ve tüketilir hale geldi.
🌿🌿🌿
1970 li yıllardan itibaren hayatımız giren ve son yıllarda toplumlar üzerinde etkisini çok daha fazla hissettiren küreselleşme kavramının hem olumlu hem de olumsuz etkileri çok fazla. Ben, gıdanın küreselleşmesi konusunda muhafazakar düşünenlerdenim. Gıdanın, üretiminden tüketimine kadar olan süreçte geleneksellikten yanayım. Bu sebebten ötürü gıdadaki küreselleşmeyi birçok açıdan faydalı bulmuyor ve aksine tüketim alışkanlıklarının değişmesi, tüketimin ciddi oranda artış göstermesi ve değersizleştirme gibi zararları olduğunu düşünüyorum.
Dün ülkemiz için en uygun ve en ucuz hayvancılık türü olan küçükbaş hayvancılığın nasıl değersizleştirildiğini ve toplumun beslenme alışkanlıklarının bilinçli olarak dönüştürülerek talep yaratıldığının ve bununla bağlantılı olarak da arzın bitirilmeye çalışıldığını anlatmıştım. Bu durum son günlerde çok gündemde olan buğdayda, bakliyatta hatta yaş sebze meyvede de var. Peki biz kendi kendine yetebilen bir ülke iken nasıl bu noktaya geldik?
🌿🌿🌿
1970 yıllarda dünyayı doyurma düstru ile yola çıkan gıda şirketlerinin söylemi şuydu: “Dünya nüfusu arttıça gıda üretimiyle arasında ciddi bir açık olacak ve biz dünyayı doyuramacağız!” Dolayısyla Yeşil Devrim olarak başlatılan üretim biçimi ile toprakta sağlanan yapay yüksek verim, doğallıktan uzaklaşarak gıdanın endüstriyelleşmesinin yolunu açmıştır. Daha kısa sürede, daha çok ürünün daha az iş gücü ile üretileceğini gören üretici kısa sürede bu üretim sistemini benimsemiştir. Kendi üretiminden aldığı verimin az olduğunu düşünerek, daha çok kazanmak gayesi ile kendisine vaad edilen yüksek verimli endüstriyel sistemin bir parçası haline gelmiş ve kendi üretim alışkanlıklarından ve değerlerinden geri dönüşü imkansız bir şekilde vazgeçmiştir. (Dünyanın en büyük biyolojik çeşitliliğine sahip ülkemiz Türkiye, Anadolunun genetik mirası ata tohumlarını bu şeklilde kaybetmiştir.)
Sermaye sahibi ülkeler kısa sürede bu ürünleri üçüncü dünya ülkerinde ucuza ürettirmenin yolunu bulmuş, gıda teknolojilerini de devreye sokarak ürünün raf ömrünü uzatmış küreselleşme ile gelişen dağtım ağı üzerinden pazara sunmuştur. Ülke Politikalarına hükmedebilecek sermaye gücünü elinde tutan bu global şirketler, pazar konusunda da sıkıntı duymamaktadır. İstedikleri ürünü, istedikleri ülkeye, küreselleşmenin ve tabiki son teknolojinin gücünü kullanarak etkili kamuoyu çalışmaları sayesinde talebe donusturerek, mevcut sistemin rekabet edemeyeceği fiyatlara arz etmektedirler. Örnek vermek gerekirse; Türk çifçisinin yüksek maliyetle ürettiği buğday, Rusya’dan ithal edilen ve daha ucuz fiyata satılan Rus buğdayı ile rekabet edememektedir. Çiftçilerimiz elindeki ürünü satamayınca borç külfetinin altında ezilip, üretimden ve toprağından vazgeçmektedir. Bu, üretimin nasıl bitirildiğini en kısa ve öz şekliyle açıklar niteliktedir.
🌿🌿🌿
İnsanlar piyasaya arz edilen gıdanın sağlıklı olup olmadığına bakmaksızın, ucuz olmasını en önemli koşul kabul edip tüketmektedir. Bu sadece ülkemiz için geçerli bir durum değil. Tarım üretimi fazla, biyolojik çesitliliği zengin, satın alama gücü olan potansiyel genç nüfusa sahip, gelir ve eğitim düzeyi düşük olan tüm ülkeler bu duruma aday ülkelerdir.



 1970 yıllarda Yeşil Devrim adı ile başlayan toplumun üretim geleneğini bitiren sistemin söyleminin aldatıcı olduğunu düşünmüyorum ben!

Net bir ifade ile söylemişler aslında “Nüfus arttıkça, dünyayı doyuramayacağız! ” Ülkede üretim bitince çok uluslu gıda endüstrisinin üretimine bağlı insan sayısı arttığından aslında doğru bir öngörü ile yola çıktıklarını düşünüyorum. Global şirketler için dünyayı doyurmak mümkün olmayacak!
🌿🌿🌿
7 milyar olan dünya nüfusu için günde 12 milyar insana yetecek gıda üretimi yapılıyor. Mevzu, gıdanın yetmemesi değil, gıdanın adil paylaşılmaması. Alım gücü düşen halkın gıdaya ulaşaması yada ucuz sağlıksız gıda ile beslenmesi bu sorunu doğuruyor. Dünya’da 820 milyon insanın yeterli beslenemesi ve açlık çekmesi (Dünya nüfusunun %11) 1.9 milyarın aşırı kilolu 950 milyonun ise obezite ile mücadele ediyor (Dünya nüfusunun %30) olması bu durumu acikliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder