19 Ocak 2018 Cuma

Hıdır Amca

Mardin’de bir köy evine misafir edilirseniz, sizi ağırladıkları yerde bir odun sobası ısıtır odayı. Yanmış odun kokusu alır sanki çocukluğunuza götürür sizi. Yoldan gelmişseniz, üşümüşseniz veya acıkmışsanız bu köy evinde yanan soba çok şey ifade eder size…
Bugün sabah erkenden düştük yollara; önce Nusaybin’e, oradan dağ köylerine çıktık bir bir. Her bir köyde yeni heyecanlar, yeni insanlar bulmak için. Akşam üzeri hava kararırken girdik İdil’deki bir köye… Herkes evine çekilmiş, ortalık ıssızlaşmıştı. Yolda, 14 yaşlarındaki oğlu ile evine doğru yürüyen bir köylüye rastladık. Köyü, köyde ne yetiştiğini, nasıl yetiştiğini ve eski tohumlarının olup olmadığını sorduk. Önce endişelendi, sonra onunla aynı dili konuşabildiğimizden olsa gerek, bir rahatlama ile anlatmaya başladı. ‘’Sorgül’’ dedi. ‘’Babadan kalmadır, başkası yetişmez, çünkü su yok’’ dedi. Elinde var mı, çoğaltmak için başka yerlerde ekiyoruz dedik. ‘’Evime gelir, yemeğimi yerseniz, çayımı içerseniz beraber bakarız’’ dedi. Köy gezmelerinde asla reddedemeyeceğimiz bir teklif bu. 
Eve girdik. Hep bilindik manzara, beyaz floresan ışıkla aydınlanmış, ev halkının gününü geçirdiği, ısınmak için etrafında sıralandığı odun sobasının bulunduğu köy odası... Mis gibi yanmış odun kokusu, sobanın üzerinde çaydanlık, yerde otururken arkaya yaslanmak için konulmuş yastıklar. Tüm yaşam bu sadelikten ibaret. Bazen duvarda küçük bir televizyon ya oluyor ya da olmuyor köy evlerinde, bildiğimiz hep aynı tanıdık manzara bu. Sobanın sıcaklığı mı, yoksa insanların sıcaklığı mı bilinmez ama bu köy odaları içimde hep ayrı bir hayranlık uyandırıyor. Kaç kişimiz akşamın bir vakti evinin önüne gelen hiç tanımadığı insanları evine buyur edip yemeğini, ekmeğini paylaşır... Şehirlerde gün geçtikçe birbirimize yabancılaşıyoruz ama aslında hepimizin özendiği ve özlediği bir içtenlik bu. 
Hıdır Amca 50 yaşlarında, üç çocuğu var. Çocukları her gün köyden servisle ilçeye okumaya gidiyorlar. Kendisi çiftçilik yapıyor. Üç beş tane hayvanı var. Kendi kendilerine yetiyor olmaktan memnun olduklarını anlattı bize. Bir şeye ihtiyacın var mı dedik, her şeyimiz var çalışıyoruz dedi. Burada da sorun diğer dağ köylerindekiyle aynı, susuzluk! Su olmadığından çiftçi toprağında daha fazla emek harcamak ve daha az ürün almak zorunda kalıyor. Ama şikayetçi değiller, aksine bizimle konuşurken yüzleri hep gülüyor. Mardin’e dönerken yol boyunca Hıdır Amcayı, ailesini ve yaşadıkları köyü düşündüm. Her şey doğal ve içtendi. Yokluktan olsa gerek, topraklarının, hayvanlarının, doğanın kıymetini biliyorlardı. Ata tohumlarına sahip çıkma nedenleri de yokluktandı, evlerinde ve sofralarında insana verdikleri değer de! Maddi değerler hayatımıza girdikçe daha kolay tüketmeye başladığımızı bir kez daha anladım bu yolculukla... Sadece yediğimizi, içtiğimizi tüketmiyoruz; yaşadığımız yeri, toprağı, havayı, suyu ve insanı da tüketiyoruz. Anlayacağınız, sahip olduklarımız çoğaldıkça, değerlerini de yitirip yok oluyorlar hayatlarımızda!
***
If you are a guest in a village house in Mardin, a wood burning stove warms the room where they welcome you. The smell of burnt wood will take you to your childhood. If you just came from the road, cold or hungry, the burning stove in this village house means a lot to you…
Today we hit the road early in the morning; first to Nusaybin, then to the mountain villages one by one. To find new people, new excitements in each village. At dusk, we entered to a village in Idil...Everyone has returned home, the place was deserted. On the way, we met a peasant who was walking to his house with his 14-year-old son. We asked about the village, we asked what they plant and how they grow and whether they have old seeds. First he was worried, then i guess because we spoke the same language with him, he started talking with a relief. He said “Sorgül”. “It’s heirloom, nothing else will grow up, because there is no water” he said. We asked “Do you have any? We are sowing elsewhere to reproduce.” He said "if you be my guest, eat my food and drink my tea, we will see together". This is an offer we can never refuse in village trips.
We entered the house. Always known view, the village room illuminated with white fluorescent light where the people of the house spend the day and where the wood burning stove is placed to warm up.Fragrant smell of burnt wood, teapot on the stove, pillows that are placed to put behind while sitting on the floor. All life consists of this simplicity. Sometimes it’s a little television on the wall or not in the village houses, this is always the same familiar view we know. I don’t know whether it is the warmth of the burning stove or the warmth of the people, but these village houses always evoke a distinct admiration within me. How many of us invite people home who we just met in front of the house in the evening and share our food and bread. In cities we are alienated to each other day by day, but in fact we aspire and miss this sincerity.
The villager, we call him uncle Hıdır, is 50 years old and he has three children. Every day, his children go to district school via service vehicle. He is a farmer. He has three to five livestock. He told us, they were happy to be self-sufficient. We asked if he needs something, he said we have everything, we are working. Here the problem is the same as in other mountain villages, thirst. Since there is no water, farmers have to spend more labor on his land and get fewer crops. But they are not complainers, on the contrary, they are always smiling while talking to us. On the way back to Mardin, along the road I thought of Hıdır Uncle, his family and the village they live in. Everything was natural and sincere. I guess because of poverty, they knew the value of land, livestock, nature. The reason for protecting their ancestors' seeds was poverty too and it is also the reason of the value they give to people at their home and at their table. With this trip, i once again realized that as material values enter our lives we started consume more easily. We are not only consuming what we eat and drink; we are consuming the place we live, the land, the air, the water and the people. As you see, the more we have, the more they lose their values and fade away!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder