18 Haziran 2017 Pazar

Kendi ışığımızla başkalarının yolunu aydınlatmak için çıktığımız macera — The adventure we have started wıth our own lıght to brıghten others journey


Finale kalmamı sağlayan proje UNHCR desteği ile gerçekleştirdiğim, yerel toplum ve Suriyeli mültecilerin entegrasyonunu hedefleyen bir gastronomi projesi. Bu entegrasyonda enstrüman olarak gastronomiyi seçmemizin en önemli sebebi, iki toplum arasında binlerce yıldır süregelen ortak kültür ve tarihi mirasın varlığı oldu.

Türkiye ve Suriye’nin havzasını paylaştığı Mezopotamya, binlerce yıldır kültürlerin etkileştiği, birbirine eklemlendiği ve yeni kültürlerin doğduğu yerdir. Yazılı tarihin başlangıcından, ilk kentlerin kurulmasına kadar, birçok ilk hep bu topraklarda yaşanmıştır.

Mezopotamya denince, kültürel zenginlik ve tarihi derinlik kadar savaşları da konuşmak gerek. Bereketli topraklar, tarihin her döneminde bazen buğday, bazen su, bazen et, bazen de petrolden dolayı sürekli ele geçirilmek istenen bir yer olmuştur. Bu sahip olma isteği savaşların, tarihin başlangıcı kadar eskiye gitmesine neden olmuştur. Kentler yıkılmış, tapınaklar yakılmış, insanlar göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu göçler sosyal yıkımlardır aslında. Toplumsal belleklerin kök saldığı coğrafyalardan koparılarak rüzgâra bırakılmasıdır. Anıların silinmesi, masalların unutulmasıdır.

Günümüzde komşumuz olan Suriye de bugün aynı yıkımın yaşandığı yerdir. Doğu-batı, kuzey-güney arasında bir köprü konumundaki bu ülke, çok zengin değerlerini insanlarıyla beraber yitirmektedir.
Kaybolan hayatlarla birlikte, kaybolan masallar, yemekler ve tatlar da var bu yaşananlarda.
Biz bu proje ile kendi topraklarından, kendi köklerinden sökülmüş ve sürülmüş olan bu insanlara bir ışık olmak istedik. Mum gibi olmak istedik, ışığımızla başka bir mumu yakarsak, karanlıkların daha da azalacağını, bunun en kısa ve etkili yolunun da kadınlardan geçtiğini düşündük. Eğitim düzeyi oldukça düşük olan mülteci ve yerel kadınları bir şekilde sosyo-ekonomik hayata entegre edebilirsek, bununla beraber bir rehabilitasyon sürecinin de başlayacağını öngördük. Kendini iyi ve güvende hisseden bir kadının etrafına da bu iyiliği yansıtacağına inandık…

Bize göre toplumlar kadar coğrafyaların da hafızası vardır ve hatırlar. Biz geçmişin zenginliğini, ortak yaptığımız bir yemekte iki baharat ile yakalayabiliriz. Bu gastronomi projesi kapsamında kuracağımız ortak mutfakta, ortak tatlar ve yeni denemelerle tarihsel bir geçmişi paylaşan toplumların -savaşın bütün yıkıcılığına rağmen- büyük zorlukları kısa sürede aşabilmelerinin mümkün olduğuna inandık. Mültecilerin kendi kültürleri ile Türk kültürünü sentezleyerek bir adım ileri gidebileceklerini düşündük… Bu proje ile niteliksiz iş gücü olarak görülen Suriyeli mülteci kadınların, iş hayatına entegre olmalarını ve kendi ayakları üzerinde durur hale gelmelerini hedefledik. Kendi ayakları üzerinde duran kadının bir aileyi, bir toplumu ve kaybolma tehlikesi yaşayan kültürlerini diriltebileceğine inandık.

Yarattığımız bu ortak mutfak kültürü ile evde pişen yemeği daha profesyonel bir hale getirip ekonomik bir girdiye dönüştürebileceğimize ve yıkımlarla sarmalanmış bir hayatı daha yaşanılabilir bir hale getirebileceğimize inandık. Kadınlarımıza kendi seçimleri olmayan bu dönüm noktasında yeni hayatlarına giden yolun taşlarını elleriyle koyabilmeleri için her zaman sahip olacakları bir mesleği kazandırdık.
Bu entegrasyon mülteci kadınların savaş travmalarını atlatmaları ve kendilerini değerli hissetmeleri için de çok büyük bir motivasyon sağlayacaktır.

Basque Culinary World Prize finaline kaldığımda, bu çalışmanın etkileri ve sonuçları hakkında umutlarım daha da büyüdü… Bize inanan, bizi duyan birilerinin olduğunu gördüm. Demek ki aynı güzel düşleri paylaştığımız, farklı ülkelerin insanları da varmış dedim. Demek ki birden çok yerde bunu yapabilir ve daha çok insanın hayatına dokunabilirim diye düşündüm. Bu süreçle beraber, yaptığımız işin ve çabalarımızın birçok yerden duyulacağına ve insanların ötekiler için daha fazla çaba sarf edeceğine inanıyorum… Yaşanan bu büyük trajedinin din, dil, ırk ayrımı olmadan; sadece bireyler olarak ufak dokunuşlarla bile iyileştirilebileceğine olan inancım daha da arttı. Bu mutfaklardan çıkan tatların sofralarında yer bulması, her mülteci çocuğun yüzünde gülümseme, kadınların yüreğinde bir sıcak mutluluk olacaktır.

I am honored to be one of 10 talented chefs chosen as a finalist for the Basque Culinary World Prize.

I am fortunate to be considered for this prestigious award thanks to my work with a social responsibility project supported by UNHCR. The aim of this initiative is to help integrate Syrian refugees into their new host communities in Turkey. Simultaneously, we want to help improve the employability of economically vulnerable Turkish and Syrian women through culinary training.
No matter our ethnicity, culture or country, human beings connect over the dining table and a shared meal. This is why we chose gastronomy as the focus for this project — Turks and Syrians share a thousand years of common culture, history and food.

In Mesopotamia — the shared heritage of Turkey and Syria — civilizations have risen and fallen because of warfare. In these wars, cities have been destroyed, temples have been ruined and people have been forced to migrate. These migrations are highly destructive to the fabric of our societies. Families are split up, homes are lost, income sources disappear and the means to re-establish roots in unfamiliar surroundings are fragile and tenuous. Most recently, it has been Syria which has suffered extensively.

There are around 2.5M Syrian refugees in Turkey. These people need jobs and want to be economically stable and self-sufficient. With this project, we wanted to be a beacon to those who are torn from their homes and forced to abandon their land and their roots. I want to be the spark that inspires hope and inspiration in others, guiding Syrians to find their self-worth and challenging Turks to help them on this journey. It is women who are the key. Women are the heart and soul of society — when they feel safe, empowered and valued, so too does the community at large.

Our project aims to integrate uprooted Syrian refugee women and economically vulnerable Turkish women into a stable, vibrant work life. A strong, confident and independent woman may rejuvenate a family, a society and even a culture which has been displaced by war. In transforming a simple home-made food dish into an opportunity to provide for their family, we are taking the first steps towards stability by offering hope. We will enhance their skills and give them the confidence to lead their communities back to a place of love, support and strength.

Being chosen as one of the 10 finalists for the Basque Culinary World Prize fills me with hope that my project may succeed. It is a recognition that there is value in these women and value in helping them escape economic vulnerability. The dishes which will come out of their kitchens will help put a smile on the faces of refugee children, warmth in the heart of every woman, and begin to strengthen the bonds of family and community once again. We can act as the beacon of hope here in Turkey. We can be that spark which ignites change elsewhere. If we can continue to grow this dream of empowering women free of discrimination of religion, language or country of origin by enhancing their culinary skills, we will be taking meaningful steps towards healing the wounds caused by war and strife. Food is the window to companionship, family and camaraderie, and ultimately, towards peace.

Ebru Baybara Demir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder